Ali’nin Kavgasını da Sevdasını da Görüntüledi

Ali’nin Kavgasını da Sevdasını da Görüntüledi

Fotoğraf çekti, editörlük yaptı. Birçok kitaba imza attı. Yakın zamanda New York ve Muhammed Ali çalışması da dahil birkaç albümü yayımlandı. Magnum geleneğinin en önemli isimlerinden biri. Thomas Hoepker ünlü 11 Eylül fotoğrafı ve Muhammed Ali ile muhabbetini ve fazlasını anlattı.

Fotoğraf çekti, editörlük yaptı. Birçok kitaba imza attı. Yakın zamanda New York ve Muhammed Ali çalışması da dahil birkaç albümü yayımlandı. Magnum geleneğinin en önemli isimlerinden biri. Thomas Hoepker ünlü 11 Eylül fotoğrafı ve Muhammed Ali ile muhabbetini ve fazlasını anlattı.Hem editör hem fotoğrafçısınız. Bu iki mesleği bir arada yürütmek sizin için zor olmadı mı?

80’lerin ortasında New York’ta yaşarken fotoğraf çekmeye ara vermem gerektiğini hissettiğim bir an oldu. Almanya’da Geo diye yeni bir dergi vardı. Fotoğraflı aylık dergi olması açısından National Geographic’e benziyordu. Benim fotoğraf editörü olmamı uygun buldular ve 3 yıl boyunca New York dışında onlara çalıştım, görevlendirmeler yaptım. Bir çok fotoğrafçı bu işten çok hoşnut oldu.

Karşılarında yayın dünyasını olduğu kadar onların nasıl hissettiğini de bilen biri vardı, bir yerde aynı dili konuşuyorduk. Editörlüğü memnuniyetle yaptım. Ancak National Geographic ile yarış halinde olmak yorucuydu, çünkü çok büyük bir dergiydi. Benim için bu işin en güzel yanı muhteşem fotoğrafçılarla çalışmış olmaktı. Az bir kısmı Magnum fotoğrafçılarıydı. Kimileriyle arkadaş oldum. Bunlar bitince Almanya’ya döndüm ve aynı işi Stern için yapmaya başladım. Sonra tekrar dışarı çıkıp fotoğraf çekmek için içimde bir kıvılcım hissettim. Ancak bu mola bana çok iyi gelmişti. Normalde kendi editörüm olan biriyle rolleri değişmiş gibiydim.

Thomas Hoepker’in 11 Eylül saldırısı sonrasında çektiği ve işe yaramaz deyip kenara ayırdığı park fotoğrafı, olaydan 2-3 yıl sonra bir küratörün dikkatini çekince bu olayın en sembolik ve tartışmalı fotoğrafı haline gelmiş.

Kameraman olarak da çalışmıştınız. Bu deneyiminizle ilgili neler söylersiniz?

Eşim Christine ile tanıştığımda, sinema alanında çalışıyordu. Pek çok film ve TV belgeselinde yer almıştı. Sonra beraber iki kişilik bir takım olarak Almanya’daki kablo yayını ve TV şirketlerine belgesel yapmaya karar verdik. Gerçekten çok keyifliydi, çünkü daha önce hiç yapmadığım şeyler deniyordum. Bir anda dünyam değişti.

Magnum ajansında hem fotoğrafçı hem de başkan olarak yer aldınız. Bu sıkı kuralları olan geleneksel ajansta çalışmak hayatınızı, kariyerinizi ve fotoğraflarınızı nasıl etkiledi? Ve de siz Magnum’u nasıl etkilediniz?

Magnum dünyanın dört bir yanından gelmiş, çok yetenekli fotoğrafçıların oluşturduğu bir grup. Üç yıl başkanlık yaptım. Dışarıya çıktığında çok zor koşullarda iyi bir iş çıkartan bu sürüye çobanlık etmek zordu. İçlerinden bazıları süper star gibiydi. Onlara ‘Şunu yapma’, ‘bunu yapma’ demek çok zordu. Yine de benim için harikaydı.

Kimi Magnum fotoğrafçıları moda, sanat gibi farklı alanlarda da işler yapıyor. Bu değişim hakkında ne düşünüyorsunuz? Magnum mu değişiyor yoksa fotoğrafçılar mı?

Piyasa değişti, fotoğrafçılar değil. Fotoğrafçılar pazardaki yerlerini almak zorunda. Magnum hiçbir zaman pirüpak bir çevreye sahip olmadı. Çünkü herkesin kendi tarzı vardı ve herkes kendi kendisinin efendisiydi. Bir şirket için çalışmıyoruz, itaat ettiğimiz bir patron yok, kendi işimizi yapıyoruz. Modayla ilgilenen fotoğrafçılar var; neden olmasın? Eğer belli bir vizyonun ve tarzın varsa moda bile sıkıcı değil, heyecanlı hale gelebilir.

Birçok insan çalışmalarınızı biliyor. Fakat özellikle ünlü boksör Muhammed Ali’yle ilgili fotoğraflarınız daha özel. Muhammed Ali’yle muhabbetiniz nasıl başladı?

Normal bir görevlendirme ile başladı. Stern’deki editörlerimiz Ali’nin muhteşem bir ağır sıklet boksörü olduğunu düşünüyorlardı. Adı Cassius Clay idi ve ismini sonradan değiştirmişti,. Bu da onun açısından politik bir hareketti. Medya için ideal insandı, çünkü hep beklenmedik şekilde hareket ediyordu. Örneğin ben onunla çalışmaya ilk başladığım sıralarda dinini henüz değiştirmiş, Müslüman olmuştu. Bu nokta onun için siyasi bir karardı. Çünkü ordu Vietnam’a gitmesini istiyordu ve o da yeni dinini, barışçıl biri olduğunu ve Vietnam halkıyla hiçbir alıp veremediği olmadığını söylemek için bir ifade aracı olarak kullanıyordu. Yani işin bir çok yüzü vardı. Bu işi Stern’de yazar olan eski eşimle beraber yapmaya gitmiştik.

Muhammed Ali’nin büyük başarılarına tanıklık ettiniz. Fakat aynı zamanda profesyonel hayatı dışında, örneğin sonradan evleneceği arkadaşıyla birlikte bir fırında fotoğraflarını da çektiniz, bir insan olarak nasıl görüyorsunuz Ali’yi?

Chicago’da Ali’nin limuzininde şoförüyle birlikte geziyorduk. Şoföre bir fırının önünde durmasını söyledi, içeri girdi ve bir kaç dakika sonra fırının kapısından çıkıp, “Of, ne kadar da lezzetli çörekleri var.” dedi. Maçtan önce bu tarz şeyler yememesi gerekirdi çünkü bir sporcu aslında sadece et ve salata yemeli; sıkı bir diyeti olmalı. Ancak aldığı çörekleri yedi ve bir süre daha etrafta gezindikten sonra daha fazla çörek yemek istediğini söyleyip fırına geri dönmemizi istedi. Artık üçüncü sefer fırına uğradığımızda şüphelendim, arkasından fırına girdiğimde çöreklerle değil de fırıncının kızıyla ilgilendiğini gördüm. Flört ediyorlardı ve ben de bir seri fotoğraflarını çektim. Birbirlerine aşık oldukları belliydi. O günden yalnızca 5 yıl sonra kazara fırıncının kızının Ali’nin ikinci eşi olduğunu öğrendim.

Muhammed Ali’ye Parkinson teşhisi konduktan sonra neler hissettiniz? Çünkü fotoğraflarınızı hatırlamıyordu…

ABD’nin güneyindeki evine ziyarete gittim. Tamamen yalıtılmış vaziyetteydi ve dışarı hiç çıkmıyordu artık. Bir seri fotoğrafımı götürdüm ve yüzünde hiçbir ifade uyanmadı. Herhangi bir şey hatırlayıp hatırlamadığını sordum, “Hayır!” dedi. Onu böyle görmek beni epey üzdü.

11 Eylül saldırısı sonrasında çektiğiniz bir fotoğraf günümüzde hâlâ çok konuşuluyor. O gün neler yaşadınız?

Gerçekten inanılmaz bir tesadüf söz konusuydu. 10 Eylül’de New York’ta bir Magnum toplantımız vardı. Ofiste 7-8 fotoğrafçıydık ki normalde bu sayıya pek erişmeyiz. Toplandık, sıradan iş mevzularını konuştuk ve eve gittik. Ertesi gün 11 Eylül idi ve Manhattan’dan gelen haberler korkunçtu. Evimde TV karşısında oturuyordum, donup kaldığımı hatırlıyorum. Nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Evim Manhattan’a epey uzakta olduğu için arabayla gitmeye karar verdim. Queens’e gittiğimde ufukta kocaman bir duman bulutu gördüm. Daha yaklaştım ve radyo dinlerken fotoğraf çekmeye çalıştım. Kimse ne olduğunu anlamamıştı. Brooklyn’e gittiğim zaman doğu nehrinin kenarında olayı daha net görebilir hale geldim. Devasa ve simsiyah buluta bakıyordum ki diğer uçak gelip öbür kuleye çarptı. Arabadaki radyoya kulak kesildim, neler olduğunu anlamaya çalıştım. Rastgele fotoğraflar çekmeye başladım. Genel hissiyatım işe yarar hiçbir şey çekememiş olmaktı. Ertesi sabah Magnum ofisine gittim, arkadaşlarımı ve meslektaşlarımı gördüm. Yaklaşabildikleri için muhteşem bir iş çıkarmışlardı. Örneğin Steve McCurry, öyle bir noktada oturuyormuş ki yalnızca asansöre binip evinin çatısına çıkmış ve olanları olanca berraklığıyla görmüş. Larry Towell ise olay mahalline çok yakınmış. Bir kaç gün sonra Magnum’a tekrar gittim ve bütün fotoğrafları gördüm. Bir şeyler yapmamız lazımdı, “Haydi kitap yapalım.” dedim. Daha önce editörlük yaptığım için bütün negatifleri ve slaytları alıp South Hampton’daki stüdyomda tarayıp bir kitap oluşturmaya başladım. Arkadaşlarımın çektiklerini gördükten sonra benimki gözüme çok gereksiz göründü. Ortaya çıkartacak materyalim yok diye düşündüm. O yüzden kenara koydum. İşte bu sebeple parktaki fotoğraf kitapta yer almıyor. Bundan 2-3 yıl sonra, Almanya’daki bir müzenin küratörü benimle ilgili bir sergi yapmak istediği için arşivimde geziniyordu. Sonra bu fotoğrafı buldu ve beni bu görselin ne kadar önemli olduğuna ikna etti. Haklıydı da. Artık bu fotoğrafın kendi kaderi var. Pek çok koleksiyonere satıldı, üstelik artık tükendi de. Herkes bu fotoğrafla ilgili konuşuyordu. Çok tartışmalı olduğu için de bir ikona dönüştü.

 

Haberin Tamamı İçin: http://www.zaman.com.tr/_alinin-kavgasini-da-sevda…

Ahmet Dalgıç

Published by Ahmet Dalgıç

NKFA ve Photoline Dergisi’nde asistanlık görevini yürütmekte. 2013 yılında aldığı fotoğraf makinesi ile hobi olarak fotoğrafçılığa başladı. Kendisini bu alanda geliştirmek için çekim ve gezilere devam etmekte.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir